10 Nisan 2008 Perşembe

Seçilmişler


Çay bardağında dudak payı mutluluklar yaşayan insanlara şahit olmuşumdur hep. Elma şekerleri ellerinden alınan çocuklar gibi, boğazlarında düğümlenen o yumrukları, kimse unutamaz herhalde. Hatta, kin bile tutarlar. Ancak kin tutuşları bile, gene bencilcedir. Umarsızca sağa sola saldırırlar akabinde. Çünkü onlar haksızlığa uğramışlardır, onlar bencil insanların kurbanları olmuşlardır. Hayat onlara zordur, hatta hayat onlara zindandır ki, çıkacak yol bulamazlar da her seferinde minik törpülerle , kalın kalın demirleri kırmaya çalışırlar, paralarına göz koyan kalantorlara ders vermek istercesine.
Her seferinde, artık aynı hataya düşmeyeceklerine dair ant içerler, dimdik ayakta dururlar, ama sahile vuran her cılız dalga, yaptıkları kumdan kaleleri yıkar. Her seferinde söylenirler, kendilerini anlatmaya çalışırlar, ancak onları anlayacak kimse yoktur. Çünkü onlar aslında özeldirler, fakat istiridyelerini keşfedip, içlerindeki inciyi onları acıtmadan çıkaracak doğru insanlara daha rastlayamamışlardır henüz.
Öylece köşede beklerler sürekli haksızlığa uğramanın verdiği ümitsizlikle. Ve bu ümitsizliğin verdiği acıdan kurtulmanın doğurduğu, gaipten gelen umutlarla. O görünmez âleme inanırlar da hep o âleme inanmanın verdiği haklılıkla, göremezler ayaklarının ucunun hangi yöne baktığını.
Kim bilir var oluştan bu yana, kimler, neler neler düşündü. Küfredenler, pişman olanlar, hiç bırakmamacasına sarılanlar, ağlayanlar…
Aklı selim diyemeyeceğim filozoflardan birinin onlara sunduğu yazgılarını kabullenme sözleşmesini kabul etmezler ama nedense sürekli bu kişiye hayranlık besleyip onu taklit etmeye çalışırlar. ‘’Neden acaba?’’ diye sormuşumdur hep kendime.
Çünkü onlar güçlüdür ve onlar büyük sırlara erişmişlerdir ve kendi kendilerine yaptıkları kulelerden insanları küçümserlerken, başları döner düşerler her defasında. Asla inmezler o kulelerden. Sürekli birilerinin o kuleye tırmanmasını beklerler.
Hem yazgılarını kabullenmezler, hem de değiştirmek için pek bir şey yapmazlar. Yorgundurlar çünkü. Yorgundurlar, çünkü onlar her şeyi çözmüşlerdir. Artık tek yapılması gereken şey beklemektir.
Adım atmadan yürümek isterler. İstiridyelerinin içinde çürürler. Onlar o kadar değerliyken, bir de çıkıp etrafa göz atacak halleri yok ya! Hem zaten bu alabildiğine engin güruh onları anlayamaz ki! Çünkü onlar öyle bir seviyededirler ki, yalnızca zekalarıyla olmadığını kanıtladıkları dinlerde onlara dile getirilen ama inanmadıkları, daha sonradan üstün bir bilgi ürünü olan kişisel İsa’ları onları çekip çıkarabilir bu yorgunluk ve anlamışlığın içinden.
Bu insanlara eminim siz de rastlamışsınızdır. Belki de onlardan birisinizdir. Belki de öyle olduğunuz halde kendinize itiraf edemiyor, ‘’yo, yo ben böyle değilim ki, hem ben gerçekten mağdurum’’ diyorsunuzdur.
İnsanlar arasındaki bu ön yargı, bu kullanılmayan, bakımsızlıktan yosun tutmuş tahtaları eksik köprüleri olan, yanılma payıyla birlikte birkaç metre olan o vadiler… Ah pardon, onlar yanılmazlar. Çünkü onlar ermişlerdir, öğrenmişlerdir, anlatmışlardır, anlatmaktan yorulmuşlardır… Zerdüşttür onlar, aşağıya inip , altın kaselerinden kutsal sularını, bu cahillerin üstüne serpmeleri gereklidir. Ama zatıalilerinin buna ayıracak zamanları yoktur. Onların artık boşa zaman geçirme lüksü yoktur.
Aklınıza gelen şu düşünceye pranga vurun : ‘’Peki niye kendilerini anlatmıyorlar? Neden güvenmiyorlar?’’. Yo, dediğim gibi pranga vurun, sandığa gömün bu düşünceyi. Bu düşünce yasak bir sorgulamadır. Çünkü insanların, onlar anlatmadan da onları anlamaları lazım. Ee, her şeyi onların yapacak hali yok ya! Köşelerinde beklerler ve bilgeliklerinden nasibini alacak insanları beklerler. Ancak onları anlamak da yetmez, aynı zamanda onları tatmin etmeli, onları mutlu etmeli, onlara huzur vermeli, onlarla birlikte yaşamın ardındaki gizin peşinden gitmeli ve onların kuyularına siz de inmelisiniz. Ancak bu şekilde, hepinizin tekamülü ifa edilebilir ve içinizdeki o tabletlerde yazan dengeyi bulabilirsiniz.

Sürekli haksızlıklara uğramalarından tanırsınız onları. Yüzlerinde bu ifade belirgindir, görmemenize imkan yok. Hatta bu familya çoğunluk bile olabilir. Çünkü onları mutsuz eden gözü doymaz bir azınlık vardır zaten. Bu sebeple ikinci bir azınlığa gerek yoktur. Hep bunlardır haksızlığa, hayasızlığa uğrayanlar. Peki ama çok sevilen bir şairin sorduğu gibi;
Kimimiz Ahmet Bey, Kimimiz Ahmet Efendi; Ya Ahmet Ağayla Ahmet Beyfendi?...
Mütemadiyen içinde bulundukları sisteme saydırır dururlar ve sistemden kendilerini soyutlayıp çocukken hayalini kurdukları o gökkuşağı renklerinde bohem hayatlarını yaşamaya çalışırlar, sistemin bütün nimetlerinden faydalanmayı ihmal etmeden. Ve kendi elitler kulübünde temerküz ederler periyodik aralıklarla ve birbirlerini över dururlar. Hatta , birbirleri arasında bile, yarışa girerler, çekememezlik yaparlar. Dedikodunun, kuyu kazmanın bini bir para. Bu kulüpte bile aradıklarını bulamazlar, çünkü kendileri o kadar mükemmeldir ki ancak Truvalı Paris gibi bir aşık mutlu edebilir onları.
Dedim ya, onlar ermişlerdir. Kendilerini size anlatmama lüksleri de olsun artık. Birazcık da tatlı sert ukalalık taslasınlar size. Ne çıkar? Onlar elittir, eleştirmeyin sakın onları. Tanrı’nın özel yazgılar yazdığı, eşsiz insanlardır onlar. Sizin onları, onlar anlatmadan anlamanız lazım. Hatta Tanrı’dan da güçlülerdir bunlardan bazıları. Tanrıyı öldürmüşler, ve kendi kaderlerini tayin edebilecek duruma gelmişlerdir.

Ancak ne hikmetse, mutsuzdurlar…

Hiç yorum yok: