10 Nisan 2008 Perşembe

Atatürk Üzerine


21. y.y ‘da Atatürkçülük


Bugün Türkiye’de her görüşteki kişinin, Atatürk’ü kendi yanına çekmek istediğini, kendi paralelinde göstermeye çalıştığını, çıkış noktaları olarak, Atatürk’ün 6 ilkesi yerine, kendi ideolojik çıkış noktalarını esas olarak aldıklarını biliyoruz.Bu Atatürk’ün ölümüyle birlikte başlayan ve günümüze kadar devam eden bir süreç. Maalesef Atatürk’ün öldüğü andan itibaren Türkiye’de Atatürkçülük saptırılmış ve hala yerine oturtulamamıştır.
Peki Atatürk’ü , bugünün şartlarını da ele alarak nasıl yeniden yorumlayabiliriz? Bunun için Atatürk’ün söz ve tutumlarından daha güvenilir bir çıkış noktası olmasa gerek.
Atatürk’ün islam anlayışı, bugün bazı çevrelerin gösterdiği gibi islam’a karşı değildir.Aksine saf, içerisine hurafe karışmamış islam’ı, milletin bütünleştiricisi olarak görmektedir. Ancak islam dininin, art niyetli kişilerin eline geçtiğinde de, Türkiye’yi geriye, orta çağ karanlığına götüreceğini de bilmekteydi.. Bu sebepten Laiklik ve din ve vicdan hürriyeti anlayışını, devrimleştirerek, Türkiye’yi modernleştirmek için, ümmetçi anlayıştan, milli bir anlayış noktasına getirmişti.
Bazı çevreler yine, dinin siyasallaşması batıda da var, demokrasinin bir gerekliliği dese de,
Atatürk’ün laiklik anlayışında, dinin siyasette hiçbir şekilde yeri yoktu. 21. y.y ‘a oturtacak olursak, bugün İslami veya muhafazakar diye nitelendirilen partilerin oluşumuna engel olurdu. Bunu zaten cumhuriyetin ilk yıllarında çıkardığı, Takrir-i Sükun kanununda görebiliyoruz. O dönemde hilafetçi ve cumhuriyet karşıtı olan, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını, kapatmıştı. Ayrıca kendi yazdığı, ‘’Nutuk’’ adlı eserinde de, rejim ve laiklik karşıtlarını, ‘’Reşim karşıtı çevrelerin, son haince denemeleri’’ başlığı altında kendisi incelemiştir. Şeriatçılığı kaldırarak, yerine laikliği getirip, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmıştır.
Şimdi de Atatürk’ün milliyetçiliğini inceleyelim. Atatürk son derece milliyetçi ve vatansever birisi idi. Ancak onun milliyetçiliği, pan-türkizm, ya da turan çizgisinde bir milliyetçilik değildi. Fransız ihtilalinde ortaya çıkan, ‘’ulus’’ kavramındaki bir milliyetçilikti. ‘’Milletle kavmi karıştırıyorlar. Millet siyasi, kavim ise ırksal bir kavramdır’’ ve ‘’Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran halka, Türk Milleti denir.’’ sözlerinden bunu rahatça anlayabiliriz. Ancak şu da bir gerçekki, kendi dönemine kadar hiç yapılmamış geniş çapta bir araştırma yaptırarak, Türk milletinin kökenini inceletmiş ve milli bilincini yitirmiş Osmanlı halkına, Türk milli bilincini aşılamıştır. Ancak bundaki sebep, pan-türkizm değil, ulusal bilincin oluşmasıdır. Zaten turancı bir çizgide kesinlikle olmadığını, ‘’Tüm Türkleri tek bayrak altında toplamak hoş bir düşüncedir ancak gerçekçi değildir. Bu gibi boş hayaller uğruna vatanın ve milletin kaynaklarını israf etmemek gerekir.’’ sözünden de anlayabiliriz. Bu yüzden Atatürk Milliyetçiliği kavramı gelişmiştir ve şu anki anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti için, Türk milliyetçisi yerine Atatürk milliyetçisi ifadesi yer alır. Atatürk’ün milliyetçiliği, şöven, ırkçı, turancı, ümmetçi, gerici, ayırıcı, bölücü ve yıkıcı bir milliyetçilik değil; aksine kaynaştırıcı, birleştirici, bütünleştirici, akılcı , gerçekçi, barışçı, hümanist ve çağdaş bir milliyetçilikti.
Atatürk hayatta en gerçek yol gösterici olarak bilimi kabul etmiş, bilimsel ve akılcı düşünceyi, hem kendi yaşamında hem de devlet ve sosyal alanda geçerli kılmıştır.
Atatürk’ün batılılığı ise, Osmanlı’daki tanzimat ve ıslahat batılılığı değil, batıya karşı korumacı , ancak batı ile işbirliği içinde ancak eşit şartlarda bir batılılıktır. Yani ne olursa olsun batının yanında yer almalıyız değil, onları örnek alarak, onlardan daha iyi standartlara ulaşmayı hedeflemeliyiz anlamında bir batıcılıktır. Zaten Atatürk’ün yaşadığı dönemi ele alırsak, o zamanki Avrupa ile şimdiki Avrupa arasında çok fark vardır... O zamanki Avrupa çok karışık , çatışık , değişik ideolojileri benimsemiş devletlerin oluşturduğu, emperyalist bir batı idi. Ancak Atatürk’ün anti-emperyalist olduğunu, ‘’bağımsızlık benim karakterimdir’’ sözünden ötürü biliyoruz.Bu sebeple onun batıcılığı, batının temsil ettiği, ‘’muasır medeniyetler seviyesidir. Ancak batıya tamamen sırt çevirdiğini söylemek te yanlış olur, çünkü Atatürk, eşit ve adil şartlarda, Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslar arası sisteme entegre olmasıdır. Atatürk'ün, Sadabad Paktı gibi anlaşmalarla, uluslar arası işbirliğine ve barışa ne denli önem verdiğini görebiliriz.
Atatürk komünist veya faşist kesinlikle değildi ve bu iki sistemin de karşısındaydı. Ekonomik model olarak ise, liberal-kapitalizmi, serbest piyasa ekonomisini, bir tehdit olarak algılamaktaydı. Zaten Lozan antlaşmasının şartlarında yer alan 7 yıllık serbest ticaret süresi dolar dolmaz, Etatizmi uygulamaya sokmuştu. Etatizm, devletçi bir kapitalizmdi. Devlet’in ekonominin lokomotifi olması gerektiğini, ancak özel sermayenin de bu ekonomik sistemde çok gerekli olduğunu savunuyordu. Dolayısıyla Atatürk’ün devletçiliğinin, sosyalist ve komünist devletçilikle bir ilgisi yoktu. Onun ekonomik anlayışı, müdahaleci, himayeci, planlı ve pragmatik bir devletçilikti. Bir devlet kapitalizmiydi.
Atatürk demokratik sosyalist te değildi, ancak demokratik sosyalizme karşı da değildi, çünkü gerektiği yerde bu sistemi uygulamıştır.
Atatürk, devlet önderliğinde, batı tipi bir burjuva toplumu yaratmak istiyordu. Atatürk’ün gerçek amacı, çok partili demokrasiydi. Zaten Cumhuriyet Halk Fırkası, Türkiye Cumuhriyeti kurulduğunda, tepeden değil, seçimle işbaşına gelmişti. Bu amacını gerçekleştirmek için iki kez çok partili demokrasi denemesine girişmiş, fakat zamanın koşulları nedeni ile bu isteğinde başarılı olamamıştır. Bu nedenle bir geçiş süreci olarak ülkeyi tek parti ile yönetmiştir.
Atatürk, demokratik bir lider olmasına rağmen, aynı zamanda tepeden inmeci ve otoriter bir yönü de vardı. Yani gerektiği yerde, gerektiği gibi davranabilen, bir kalıba bağlı kalmayan bir liderdi. Bazı devrimleri, ‘’halka rağmen, halk için’’ ilkesini uygulayarak zorla gerçekleştirmiştir, çünkü ne pahasına olursa olsun, Türkiye’nin modernleşip bir an önce muasır medeniyetler seviyesine ulaşmasını istiyordu, bu sebeple Türk halkının, bazı devrimleri algılayabilecek ve özümseyebilecek bir seviyede olmadığını biliyordu. Zaten o dönemde devrimleri başka türlü gerçekleştirmesine de olanak yoktu.
Toplumun siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel düzeninde devrimler yapmış, halkı geride bırakan eski kurumları yıkıp, yerine yeni kurumları getirmiştir.

Şimdi de Atatürk’ün görüşlerini bugüne uyarlayalım. Türkiye ne yapmalı? O gün ki emperyalizm yerine bugün küreselleşmeyi görebiliriz. Bu sebeple Türkiye çok hassas bir noktadadır, ayrıca o dönem önemli olan jeostratejik ve jeopolitik önem yanında, birinci dünya savaşında önemli olan ancak ikinci dünya savaşında önemini yitirdikten sonra, ideolojiler çağının sona ermesiyle tekrar önem kazanan jeokültürün yükselişi de eklenmiştir. Ayrıca gene idolojiler çağının kapanmasıyla, soğuk savaşın bitmesiyle birlikte kimlik sorunsalı ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin bunlara demokratik çözümler üretmesi lazım. Ayrıca PKK konusunda ise, Atatürk, ne şekilde davranacağını, Şeyh Sait isyanında da göstermiştir. Atatürk, dış politikada her zaman iç dinamiklere dayanarak bir, dış politika anlayışı geliştirmiştir.Milli ekonominin çıkarı için, kapitülasyonları kaldırması ve gümrük duvarlarını koyması, politik açıdan da ‘’yurtta sulh,cihanda sulh’’ sözü de bunu doğrulamaktadır.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Osmanlının gerçeği budur diyerek sadece öven tarih bilincinden yoksun bir gençlik yetiştiren , yabancıların ve geri düşüncelerin esiri bir toplum oluşturuyorlar.
Bazen insanlar gerçekçi ve nötur bir tavrı robotluk olarak algılıyor,''şu oldu şu bitti'' Muhakemesi var insanın kimi övüyor kimi dövüyor. Kapsamlı ve tarihle barışık bir araştırma yapılacaksa baştan profesörlerin bilgiyle değil, akılla, zekayla dolu olması lazım. Böylece yanlışlar derinlemesine analiz edilir, doğrular takdir edilir ve tarihle gerçekçi bir köprü kurulmuş olur. Yani överek yapılmaya çalışılan amaca ulaşmaz, hiçbir köprü havada asılı değildir; yükselmek ve yol vermek için yerin dibine geçer.