
Melodik, ince bir sesle uyandım, her sabahki gibi. Her sabah bu sesle uyanırım ben. Bu sesin güzel elleri, yeşilden bozma ela gözleri olan, siyah renk harici saçları olan, beyaz tenli bir kadının sesi olmasını çok arzulardım. Lâkin değil. Saatin alarm sesi. Melodik, ince bir ses.
5 duyumla algılayamadığım bazı varlıkların üstten üstten bastırdıkları göz kapaklarımı, açabilmek için duvarlara tutuna tutuna , lavaboya doğru gitmeye yeltendim. İçimden duvarlara yapışıp, oracıkta uyuyasım geliyordu. Bir sürtünme hali içersinde birkaç saniye böyle devam ettim. Sonra kafamı hafifçe geriye doğru kasıp, salt kendi hallerinde kaldıramadığım göz kapaklarımı kaldırabilmek için, aynı zamanda kaşlarımı kaldırdım ve yatağımı gördüm.
Lavaboya gitmeye gücüm yoktu. Çok yorgundum. Yeni bir sabah, yeni bir su, yeni bir uyanış. Ancak yatağım o an için daha güvenliydi benim için. Hani hava soğuk olur da, siz de yorganın sizi koruması gereken yerde, onunla uyku halinde boğuşmalarınız yüzünden, üstünüzden kalktığı yerlerinizden üşürsünüz. Bir türlü uyanmaki kalkmak istemezsiniz. Sonra iyice büzülürsünüz. Hatta hava yeterince soğuksa belki hasta olursunuz. Başınızın bilmem neresinde bir ağrı başlar. İşte böyle bir halet-i ruhiyyem vardı o an için. Daha bitmemiş bir aşkta, yapılan son kavga zamanları gibidir bu his. Üşürsünüz ancak terk etmek istemezsiniz. Yorganınıza sarılırsınız ve gözlerinizi sımsıkı kaparsınız.
Hava soğuk değildi ama duvarlar soğuktu. Lakin duvarlara tutunmak zorundaydım yoksa düşecektim, çünkü uykudan yeni kalktmıştım ve ayakta duracak halim yoktu bu sebeple.
Yatağıma son bir defa baktım. Zamanında, ben içinde yatarken sıcacıktı. Ancak, o sıcaklık da gene benden kaynaklanıyordu muhtemelen. Şimdi, bunca zaman uzaktan baktıktan sonra, yanına gitsem, merhaba ben geldim desem, soğuk soğuk karşılar. Hatta karşılamaz. Belki de karşılayamaz. Ya da umrunda olmaz. Konuşmaz, tepki vermez, kızmaz, bağırmaz belki ama, yorganını hafifçe kaldırıp, elimi uzattığım vakit soğukluğunu hissederim. Sanki beni artık istemiyormuş gibi. Yataktan bahsediyorum sadece, aklınıza başka bir şey gelmesin.
Demek ki bu yatakta yatamam artık. Hava soğuk değil, odam da soğuk değil ama üşüyorum. Uyanmam lazım, yarı uyanık haldeyim hala. Soğuk, çok soğuk, acıtası bir soğuk lazım bana. Önce kendi ellerimle o soğuğu tutmam ve yüzleşmem lazım o soğukla. Yüzleştiğim vakit şoke olmalıyım, tüm reseptörlerim irkilmeli, tüylerim diken diken olmalı. Şoke olmalıyım ama tüm bilincim baştan aşağı açılmalı…Bunları düşünürken, ya da bunlara benzer şeyler işte, elime doldurduğum buz gibi suyu, her sabah olduğu gibi itiyatla suratıma çarpıyorum. Fakat bir şey olmuyor. Bir daha çarpıyorum, bir daha , bir daha… Hiçbir işe yaramıyor. Bu su, içime hiç tesir etmedi. Soğukluğu beni, teşmil etmedi.
Samiamı yitirmiş gibiyim. Kulaklarım uğulduyor ve göz kapaklarım açılmak istemiyor. Dün de denemiştim bunu. Elime aldığım suyu suratıma çarptığım vakit, beni baştan aşağı titretti de, kulaklarıma öyle şeyler söyledi ki inanamadım, aklım almadı. İşte o zaman şoke olmuştum. Ama şimdi olamıyordum. İçimde sadece uyku vardı. Halbuki söylediklerinin lâfzî garabetini gece boyu hissetmiştim, ama şimdi samiamı yitirmiştim.
Suyu son bir intibah isteğiyle yüzüme çarptım fakat etkili olmadı. Şimdi ne yapacaktım? Oracıkta, lavabo önünde kalakalmıştım. Yatağıma dönemezdim. Hayır, gururlu bir erkek, yatağına geri dönemez. Ancak akşam vakti uyku bastırır da, yatak tüm güzelliğiyle erkeği kendisine çeker, sıcaklığıyla erkeği etkiler ve sadece kendisinin yatmasını istediğini, yorganın altında başkası, yastığın altında da başkasına ait hiçbir şey olmadığına kanaat getirttirebilirse, işte o zaman belki gururlu bir erkek; yorganını usulca sarınıp, yastığına sevgiyle sarılıp, rahatça uyuyabilir. Yataktan bahsediyorum…
Ama şimdi durum böyle değil. Uyanmam lazım. Fakat suratıma çarptığım su işe yaramıyor. Defalarca denedim, belki sonra tekrar denerim ancak şu an değil. Son enerjimi de bu suyu suratıma çarpmak, uyanmak için harcamıştım.
Şimdi o yattığım yatağa tekrar dönemem.Soğuktur, gerçekten üşürüm. Başka bir yatağa da gidemem, hiç biri onun kadar ısıtmadı beni. Ancak biliyorum, o yatakta olmadığım sürece, zamanla başkası yatmaya başlayacak o yatakta. Önce tedirgin karşılayacak bu yabancıyı, ancak bir vakit sonra alıştıkça, onu ısıtmaya başlayacak. Beni unutacak. Sonra dönüp dolaşıp , içine tekrardan girmek istesem de , bu sefer bana yer olmayacak… Sonra ısınacak, fakat o yabancı kalkıp gidecek. Ve belki beni çağıracak yatak, ama bu sefer ben girmeyeceğim. Hayır giremem, gururlu bir erkek, erkek gibi bir erkek sokulmaz başkasının yattığı yere. O sümsük kadın ruhlu, kadın hassasiyeti taşıyan, romantik Paris’lerden bahsetmiyorum ben. Onlar fare gibidir, buldukları her yere girerler.
Ancak gerçek bir erkek, tekrar giremez, sıcaklık ya da soğukluk önemli değil, girse de uyuyamaz zira. Aklınıza başka bir şey gelmesin, yataktan bahsediyorum.
İç ihtilaçlarım sonucu, bir hüzal hissediyorum, sırtımı dayadığım duvarın, sert,erkeksi, dostane tesellisi ile birlikte. Ancak duvara da söyledim, işte size de söylüyorum. Başkası yattıktan sonra ben o yatağa temellük getiremem. Erkekle kadın arasında bir muadele bu, anlaşılması kolay değil. Ben olmanız lazım ancak…
Beyaz tenli, siyahtan başkaca renk saçları olan, şirin , narin bir kadının , ince melodik sesini duymayı nasıl da arzuluyorum. Ama onun yerine duyduğum tek şey, cırtlak, nefret ettirici, sinir bozucu, uyarıcı bir alarm sesi. Yattığım rahat, sıcacık, kendimce mutlu rüyalar gördüğüm yatağımdan beni kaldıran. Saatin alarmı. Zaman, ah şu zaman yok mu?
Hah, hay yaşa. Unutmuştum ben de. Doğru a!! Uyku…Uyku soğuk bir suyun yüze çarpılmasıyla geçmez. Uyku zamanla geçer, zamanla!
1 yorum:
Gerçek olduğuna inandığımız ne varsa, öncelikle algılarımızın süzgecinden geçirmekteyiz. Gerçekliği adım adım yarattığımızın farkına varmak yalnızca daha bütünlüklü bir pencerenin pervazına uyanmak kadar kolay olsa da, bizler güvensizliklerimizin kurbanı olur, alışkanlıklarımızda boğuluruz. Ne varsa kendimiz sandığımız, bizi, ilmik ilmik ördüğümüz gerçekliğimize sımsıkı bağlar. Yarattıklarımızdan bihaber, başımıza gelenleri sorgulayıp durarak ve her soruda kendimize acımanın en derin cehennemine düşerek bir kez daha bu yanılsamanın kurbanı olur çıkarız...Hala göremekteyiz renklerle karaladığımız bu tabloyu...Bölük pörçük kırıntılarla bir kenarından tutsak da kimi zaman, kendimizi o bataklıktan çekip çıkarmadıkça resim bize kendini sunmayacak...Dışarıdan gözlemleyebilmek, kimi zaman hayata bir seyirci kalabilmek...Kapılıp gitmekle en çok kendimizden uzaklaştığımızı fark edebilsek bir defa, o zaman anlayacağız ne kadar uzak düşmüşüz ruhumuzun kıyılarını süsleyen hakikatlerden...
Yorum Gönder